İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) 2025-2026 Akademik Yılı; Mütevelli Heyet Başkanımız Dr. Bahar Akıngüç Günver, İstanbul Kültür Eğitim Kurumları (İKEK) Yönetim Kurulu Başkanı & İKÜ Mütevelli Heyet Başkan Yardımcısı Ful Akıngüç Över, Rektörümüz Prof. Dr. Fadime Üney Yüksektepe, Rektör Yardımcılarımız Prof. Dr. Gülce Öğrüç Ildız ve Prof. Dr. Burcu Yavuz Tiftikçigil, Genel Sekreterimiz Ender Rıza Ekici ile akademik-idari kadro ve öğrencilerin katılımıyla 17 Eylül 2025 Çarşamba günü günü saat 10.00'da Akıngünç Oditoryumu ve Sanat Merkezi'nde düzenlenen törenle açıldı.
Tören, Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunması ile başladı. Törenin açılışında konuşan Rektörümüz Prof. Dr. Fadime Üney Yüksektepe şu ifadeleri kullandı:
"Bu yıl üniversitemizi tercih eden ve ilk kez üniversiteli olma heyecanını yaşayan yeni öğrencilerimiz de bizimle. Öncelikle yeni öğrencilerimizi tebrik ediyor ve başarılar diliyorum. Bir vakıf üniversitesi olarak bu yıl, eğitimde etik rekabetin ve kararlılığın önemini daha derinden anladığımız bir dönem oldu. Elbette hedefimiz 'Kültür' markasını yükseköğretimde hak ettiği yer olan en üst noktaya konumlandırmak. Bunun için tüm akademik ve idari kadromuzun üstün bir eforla çalıştığını biliyorum, sizlere teşekkür ediyorum.
Eğitim; uygulaması ve sosyolojik boyutuyla ekonomik, politik ve coğrafi koşullardan bağımsız düşünülemez. Hem ülkenin hem de dünyanın tansiyonundan etkilenir. Bu nedenle güçlü olduğu kadar oldukça kırılgan bir alandır. Biz, Onursal Başkanımız ve Kurucumuz İnş. Yük. Müh. Sayın Fahamettin Akıngüç’ün eğitim felsefesini taşıyarak yükseköğretimde yerimizi aldık. İnsan ve ülke sevgisi, laiklik, Cumhuriyet kazanımları ve Atatürkçülüğü üst değer olarak benimsedik. Rekabette de vaatlerde de etik değerlerden sapmadık. Onursal Başkanımız İnş. Yük. Müh. Sayın Fahamettin Akıngüç’ün biyografisindeki şu cümlesi bizim için bir rehberdir: "Bir eğitim kuruluşunu ayakta tutmanın yalnızca bir yönetim ve finans işi değil aynı zamanda bir gönül işi olduğuna da inanıyorum." Biz bu inancı içselleştirdik. Geçtiğimiz yıl Kültür’ün yükseköğretimdeki marka değerini artıran çok kıymetli adımlar oldu. Her birine kısıtlı bir zaman diliminde yer vermek mümkün olmayabilir. Özet geçmek gerekirse; Moleküler Bilimler ve Spektroskopi Uygulama ve Araştırma Merkezi (İKÜ Specktra) hizmete açıldı. Yönetim Bilişim Sistemleri İngilizce lisans ve İHA Teknolojisi ve Operatörlüğü önlisans programlarımıza öğrenci almaya başladık. Öğrencilerin ders dışı faaliyetlerinin diploma ekinde görünür olmasını sağlayan Mikro Kredi uygulamamızı hayata geçirdik. Akademik performans ve teşvik sistemlerimizi dijitalleştirerek iyileştirdik. Uluslararasılaşma stratejimiz kapsamında da önemli üyeliklere ve iş birliklerine imza attık.
Üniversitemiz 30’uncu yılını taçlandıracak yeni kampüs yatırımının da ilk adımını attı. Temel atma törenimizi, 17 Ekim 2025 olarak planlıyoruz. İKÜ’yü özkaynaklarıyla ayakta tutan ve eğitimden kazanılanları tüm değerleriyle yine eğitime aktarmayı ilke edinen Mütevelli Heyet Başkanımız ve Kurucu Vakfımız Kültür Koleji Vakfının Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Sayın Bahar Akıngüç Günver’e, Kurucu Vakfımızın Yönetim Kurulu Başkanı ve Mütevelli Heyet Başkan Yardımcımız Sayın Ful Akıngüç’e, Mütevelli Heyet Üyemiz ve Vakıf Yönetim Kurulu Başkan Yardımcımız Sayın Lale Akıngüç’e üniversitemiz adına teşekkürlerimizi sunuyorum.
Mütevelli Heyet Başkanımız Dr. Bahar Akıngüç Günver ise, "Yeni bir akademik yılı birlikte karşılıyoruz. Öncelikle 2025-2026 akademik yılının sağlıklı ve başarılı geçmesini diliyorum. K12’de Türkiye’nin 65 yılına, yükseköğretimde ise 28 yılına tanıklık eden bir markayız. Marka kelimesine burada özellikle vurgu yapıyorum. Çünkü uzun yıllardır eğitimde Kültür markasının isim hakkı için çok ciddi bir mücadele verdik. Aslında Kültür markasının yeri tüm paydaşlarımızın algısında netti. Ancak bu netliği hukuk nezdinde ispatlamak gerekti. Uzun ve zorlu bir mücadeleydi. Bu yıl çabamız, hukuki olarak da sonuçlandı. Türkiye’nin eğitimde; Atatürkçülük, Cumhuriyet Değerleri ve Laik esaslarla kuşatılmış tek bir Kültürü var. Onursal Başkanımız İnş. Yük. Müh. Fahamettin Akıngüç tarafından, Atatürk İlke ve Devrimlerinden ilham alarak kurulmuş bir okul. Kültür Koleji, Kültür2000 Koleji, Kültür Koleji Vakfı ve İstanbul Kültür Üniversitesini kapsayan büyük bir kültür. Kültür’ün isim hakkı davasında bize güvenen tüm paydaşlarımıza Akıngüç Ailesi adına teşekkür ediyoruz.
Konuşmama Kültür markamızın korunmasına verdiğimiz önemle başladım. Ancak bugün sizlerle paylaşmak istediğim çok önemli bir ortak meselemiz daha var. Markamızın isim hakkı için gösterdiğimiz hassasiyet iki farklı başlık için de geçerli. Birincisi eğitim, ikincisi ülke sevgisi. Her ikisi de bizim için bir onur meselesi. Eğitim, son yıllarda çok büyük bir sınavdan geçiyor.
Gerekliliği ve geçerliliği sorgulanıyor. Çok acımasız yorumlar ve eleştiriler var. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların yönlendirmesiyle eğitimin anlam duygusu ve önemi her geçen gün biraz daha hırpalanıyor.
Bugün, bizler, eğitime değer verenler olarak bir aradayız. Amacımız ortak. Biz burada, kendi adresimizde inandığımız, bildiğimiz değerlerle devam ediyoruz. Ancak, Vakfımızın ve Kültür Eğitim Kurumları Yönetim Kurulu Başkanımız Ful Akıngüç’ün bugünleri özetleyen güzel bir benzetmesini kullanmak istiyorum: “Dışarda bir fırtına var.” 21. yüzyıl hem ülkemiz hem de dünya için çok sert esiyor. Bu noktada eğitimin değerini bu sınırlar içinde bilmek, korumak artık yetmez. İşin itibarını toplum nezdinde de korumakla mükellefiz. Çünkü biz eğitimciyiz.
Eğitimin kişisel bir hak ve özgürlük olduğu kadar yaşamsal bir ihtiyaç. Bu ihtiyacın karşılanmadığı noktada, ülkede ve dünyada yaşanabilecek zorlukları her fırsatta vurgulamak durumundayız. Bir de özeleştiri meselesi var. Bugün eğitimin geldiği noktada yalnızca sorgulayan olamayız. Burada bu gidişatta bizim de payımızı düşünmek, özeleştiriyi çalıştırmak gerekiyor. Belli bir yerde kendimizi de sorgulamalıyız.
Eğer bir genç, eğitim için “Ne gerek var ki?” sorusunu soruyorsa bir durup düşünmek vaktidir. Gençlikle eğitim arasında bu mesafe nasıl açıldı? Dolayısıyla bu yıl, eğitim için iade-i itibar yılı olmalı. Hepimiz elimizi taşın altına koyacağız. Çocukları, gençleri ve hatta aileleri bu sorgulamaya iten nedenleri anlamaya çalışacağız.
Bir diğer mesele de ülke sevgisi. Ülke sevgisi kurucu vakfımız ve okullarımızın kuruluşundan bu yana benimsediği üst değerdir. Biz, Kültür olarak anaokulundan üniversiteye “ülkesini seven dünya vatandaşları” yetiştirmek için çalıştık. Bugünün koşullarında ise bizi en çok sarsan gözlemlerden biri gençler arasındaki “çekip gitmek telaşı”.
Ülkeyi çağdaş medeniyetlere getirmek idealinden vazgeçmek, bu kadar kolay olmamalı. Kurucumuz ve Onursal Başkanımız İnş. Yük. Müh. Fahamettin Akıngüç bir cumhuriyet aydını ve esaslı bir Atatürkçüdür. Kültür markasının temellerini de ülkenin en derin krizlerinden biri olan 27 Mayıs 1960 darbesinde atmıştır. Her şeye rağmen yılmadan, korkmadan, inatla 26 Eylül 1960’ta Onursal Başkanımız İnş. Yük. Müh. Fahamettin Akıngüç, “Kültür’ü memleketin hizmetine açmıştır.”
Ülkenizi bırakmayın! Bu cümle, Onursal Başkanımız İnş. Yük. Müh. Fahamettin Akıngüç’ün bize en büyük nasihatidir. Evet, kendinizi geliştirin. Dünyaya açılın, deneyin, çalışın ancak ülkenizi yalnız bırakmayın. Bu memleketin en çok kültürlü nesillerin sevgisine ihtiyacı var.
Ve en büyük miras... En büyük nasihat... Ulu Önder Atatürk’ün “Beni Hatırlayınız.” cümlesidir. Anlamı bugün hatta bu yüzyılda çok daha derin, çok daha anlamlı ve kıymetlidir. Başarılı, sağlıklı, huzurlu bir öğretim dönemi diliyorum." şeklinde konuştu.
Ardından söz alan Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Ömür Ceylan şunları söyledi:
"Biliyorsunuz akademik yıl açılışlarımızda sembolik bir ilk ders anlamını taşıyan küçük bir konuşmaya yer veririz. Bu konuşmayı bazen dışarıdan davet ettiğimiz değerli bir konuk bazen de hocalarımızdan, çalışma arkadaşlarımızdan birisi gerçekleştirir. Mütevelli Heyet Başkanımız birkaç gün önce beni arayarak bu yıl açılış törenimizde “Kültür ve Umut” temalı bir konuşma yapmamı istediğinde doğrusu çok heyecanlandım, onur duydum ve işte huzurlarınızdayım.
Konuşmamı süresi dahilinde tamamlayabilmek için yine Mütevelli Başkanımızdan ödünçlediğim bir metaforla başlayıp, konuşma boyunca da ondan ayrılmamaya çalışacağım. Başkanımız “hayat bir hikayedir”, “her hayat ayrı bir hikayedir” demişti birkaç gün önceki görüşmemizde. Gerçekten de insanlar, kurumlar, toplumlar hatta evrendeki her varlık, olasılık sınırları temel bilim yasalarıyla belirlenmiş öz hikâyesini yaşar. Kader, yazgı, mukadderat, ömür, biyografi, tarih; ne derseniz deyin, her varlık öz hikayesinin kahramanıdır aynı zamanda. Hikâyenin seyrini değiştirmek, akış hızını yükseltmek ya da alçaltmak, final anını ve şartlarını belirlemek de her hikâyede olduğu gibi kahramanın verdiği kararlara bağlıdır. Kısacık insan ömründen kurumların tarihçelerine, toplumsal değişim dönemlerinden milletlerin uzun tarihlerine dek irili ufaklı milyarlarca hikâyeden söz ediyorum. Ama bu hikayelerin tek bir tanesi bile diğerlerinden bağımsız değildir. Aksine bunların hepsi tek bir çerçeve öykünün parçasıdır ve ancak akışın dışına çıkıldığında görülebilen bir düzen takip ederler. Akışın dışına çıkmak..! Kahramanı olduğunuz öz hikayenizden sıyrılarak onu yükseklerden seyretmek..! Evrenin, içinde yüzdüğü sudan ibaret olduğunu zanneden bir balığın karaya çıkarak uçsuz bucaksız denizi seyretmesi gibi. Bu mümkün müdür? Balık için değil fakat insan için evet, mümkündür. Bunun için insanın ihtiyacı olan tek şey de ne gariptir ki balıkta olmayandır, yani hafıza. Türlü zorluklar, yokluklar, yoksunluklar ve krizlerle akıp giden hikayelerin dışına çıkarak, kozmik hikayeler bütününün sürekli tekrar eden düzenini fark etmenin tek yolu hafızanın işlevsel olarak kullanılmasıdır. Yani öz hikayenizin ve onun bağlandığı diğer hikâye katmanlarının serüvenlerini birlikte okuyabilmek ve değerlendirebilmek. Zamanın güçlü dalgalarıyla aşınmış kimlik ve kişilik kayalarımızı yeniden güçlendirmek için hikâyelerin derinlerine gizlenmiş erdem faylarını harekete geçirmek. Hangi yaratılış teorisine inanırsanız inanın, kozmosun ilk anından itibaren, her hikâyede dekorun tabii bir parçası olan ümitsizlik ve yılgınlığa karşı, sahip olduğumuzu bile unutmaya başladığımız dayanma, direnme ve dönüştürme gücümüzün köklerine yolculuk...
Şimdi dilerseniz, eğitim öğretim yılımızın resmi açılışını yaptığımız bu güzel günde, kişisel hikâyelerimizin yıpratıcı ikliminden çıkarak, onları art zamanlı okumaya ve çerçeve öykü içerisinde tekabül ettiği yeri görmeye küçük bir adım atalım hep birlikte. Önce durum tespiti, şöyle başlayalım: Şu an bu salonu dolduran herkes kendi hikayesinin kahramanıdır değil mi? Cübbeleriyle oturan değerli akademik kadromuz örneğin -ki ben de onlardan biriyim-. Birbirine çok benzeyen hikayelerin kahramanıyız her birimiz. Çünkü birbirine çok benzeyen zorluklardan geçtik. Bunlardan bir kısmı akademisyenliğin doğasında var olan güçlüklerdi, ama çok daha fazlası Türkiye’de akademisyen olmanın zorluklarıydı. Henüz cübbe giymemiş genç arkadaşlarımızı görüyorum hemen onların arkasında, araştırma görevlilerimiz, onlar da kendi hikayelerinin kahramanı, onlar da önlerindeki hocalarının yaşadığı zorlukları küçük farklılıklarla yaşama arifesindeler. Salonun değişik köşelerinde dağılmış yakın çalışma arkadaşlarımız, idari personelimiz var aramızda şu an. Her biri detaylarını tahmin bile edemeyeceğim zorlu bir hikâyeyi yazmakla meşgul. Ve çoğu aramıza yeni katılmış yeni öğrencilerimiz ve onların değerli aileleri. Yeni tanışıyoruz ama aslında zamana yayılmış ortak bir çerçeve öykünün kahramanlarıyız sizlerle. Sevgili gençler, 20-30-40 yıl önce şu an oturduğunuz koltuklarda bizler oturuyorduk, geleceğe dair planlar yapıyor, hayaller kuruyorduk, siz de kuruyorsunuz, bundan da asla vaz geçmeyin. Ama öğreniminiz boyunca şunu da unutmayın lütfen, hepimiz benzer hikayelerin kahramanıyız ve biz sizlere bakınca hayal kurmuyoruz, sizin hayallerinizi nasıl destekleyeceğimizi yaşayarak öğrendik çünkü siz bu cübbelerin içinde olmayı hayal ederken biz size baktığımızda şimdiden sizi bu cübbelerin içinde görüyoruz. Değerli aileler, sizinle de hikayelerimiz çok benziyor. Salonun ön tarafında oturduğumuza bakmayın. Bizler de burada veya bambaşka salonlarda şu an oturduğunuz koltuklarda oturuyoruz halen, çocuklarınızla yaşadığınız haklı gururu paylaşıyoruz. Kendi çocuklarımızın hikayelerini büyütmek için güvendiğimiz insanlardan ne bekliyorsak sizin çocuklarınıza ondan bir fazlasını vermek için çalışıyoruz.
Bu kısa durum tespitinden sonra öz hikayelerimizi sarmalayan üst katman hikayemizin izini sürebiliriz artık. Yani bizi burada toplayan, birbirinden farklı yüzlerce, binlerce hikâyeyi kendi hikayesinin parçası kılan çatı öyküden: Kültür Eğitim Vakfı ve İstanbul Kültür Üniversitesi’nden. İçinde bulunduğumuz bu salon, bu bina, bu üniversite, Kültür Kolejlerini de bünyesinde barındıran İstanbul Kültür Eğitim Kurumları ve onun çatı vakfı Kültür Eğitim Vakfı, bütün bu dev organizasyon, birkaç ay sonra 100 yaşına basacak olan bir Cumhuriyet çocuğunun, Fahamettin Akıngüç’ün de asırlık öz hikayesidir. 1940’lı yılların sonunda, yani kendisi de, Türkiye Cumhuriyeti de henüz yirmili yaşlarının başındayken, babası Halil Akıngüç’ün kurduğu Kültür Dersevi’nde Matematik dersleri verirken, eğitimin ülke geleceğindeki belirleyici rolünü keşfedip hayaller kurmaya başlamış bir mühendistir Fahamettin Akıngüç. Ama onu diğer mühendislerden ve yaştaşlarından ayıran çok önemli bir özelliği vardır. Henüz yazmaya başladığı hikayesinin kendisinden sadece üç yaş büyük olan Cumhuriyet’in hikayesinden bağımsız yazılamayacağının farkındadır. Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet’in kurucu değerleri hayatı boyunca onun öz hikayesini sarmalayan üst öyküsü olacak, kendi hikayesinin tıkandığını düşündüğü anlarda bu üst hikâyeye tutunarak öz hikayesini yukarıdan seyredebilecektir. Öyle de olur. 1960 yılında, ihtilal günlerinde, sokakları dolduran askerlerin şaşkın bakışları arasında Kültür Koleji’nin ilk eğitim binası hizmete açılır. Hiç kimsenin eğitimi düşünemediği o yıllarda yapılan bu yatırımın yersiz, zamansız ve ölü bir yatırım olacağı uyarılarına rağmen açar okulu Fahamettin Bey. İlk etapta kayıt sayısı sadece dörttür. Uyaranlar haklı çıkmış görünse de her mühendis gibi dünyayı sayılarla okumayı seven Fahamettin Bey için bu dört yeterlidir ve bambaşka anlamlar taşımaktadır. Çünkü o Cumhuriyeti kuran neslin bu imkânsız savaşı sadece 4 uçakla kazandığını bilir. 1964’te Kültür Koleji’nin mezun sayısı 73’ü bulunca Fahamettin Bey’in gözlerinde kimsenin fark etmediği başka bir mutluluk vardır. Çünkü 73 sayısı doğumundan sadece 8 yıl önce İstanbul Boğazına demirleyen ve babasından dinlediği şekliyle zihnine kazınan düşman zırhlılarının sayısı değildir artık onun için. O 73 mezunla birlikte “geldikleri gibi gitme” süreci ebediyyen tamamlanmıştır artık Fahamettin Bey’in zihninde. Ekonomik krizlerin en sancılı dönemlerinde o şaşılası bir rahatlık içindedir. Zihninde dönüp duran rakam bu kez 200’dür. 200, 27 Mayıs 1919’da Sovyetlerden yardım olarak Ankara’ya gönderilen ve Kuvayı millîye mücadelesine can suyu olan altının kilogram miktarıdır. Millî mücadele bugünkü parayla 1 milyar Türk lirası dahi etmeyen bu küçük bütçeyle başlamıştır ve ona göre bunu başaran bir halkın çocukları her türlü yokluğu aşabilir. Asırlık hikayesini yazarken işini iyi yapmak dışında odaklandığı başka hiçbir şey yoktur. Çünkü bu yalnızca kendi hikayesi değildir ona göre. Sokakların anarşiye teslim edildiği yıllarda o, Kültür Koleji’nde Türkiye’nin ilk rehberlik ve psikolojik danışmanlık birimini hayata geçirmektedir. Diğer okullar tasarruf tedbirleriyle küçülmeye giderken o, modern eğitim modellerini öğrenmeleri için öğretmenlerini yurt dışı eğitimlerine göndermektedir.
Evet, bugün bu salonda bulunan ve bulunamayan bütün Kültürlülerin hikayesini sarmalayan üst hikâye Fahamettin Akıngüç’ün ve Cumhuriyet’in öz hikayesidir. Sıradan bir kurumun sıradan hayatlar yaşayan sıradan mensupları değiliz. Yaşadığımız bireysel zorluklar, ülkemizin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sıkıntılar, yani hikayelerimizin doğal akış hızı bizi ümitsizliğe, yılgınlığa, öz değerlerimiz dışında çözüm aramaya ittiğinde uzanıp tutunacağımız ve yolumuzu tekrar aydınlatacağımız daha büyük öykülerin değerli birer parçasıyız. Tıpkı taşıyla toprağıyla, şiiri şarkısıyla bu yurdu çok seven; 2 Anayasa değişikliği, 2 darbe, 1 kalkışma, 3 muhtıra, 9 ekonomik kriz ve 1 küresel pandemi yaşadığı halde yılgınlığa ve ümitsizliğe düşmeyen Fahamettin Akıngüç ve Kültür Eğitim Kurumları gibi.
Buradan Fahamettin Hocama hepimiz adına sağlık ve esenlik dileklerimi gönderiyor, 2025-2026 eğitim-öğretim yılımızın verimli ve başarılı geçmesini diliyorum. İşimizi en iyi şekilde yapmaya ve bu büyük hikâyeyi taçlandırmaya devam edeceğiz.
KÜLTÜR VARSA UMUT VARDIR!
Teşekkür ederim."